3ü
Denizli
29 Mart, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.15
  • EURO
    34.88
  • ALTIN
    2246.4
  • BIST
    9140.7
  • BTC
    66452.8$

Babamın Arabası

16 Eylül 2018, Pazar 15:34

            Hayatta hep bir şeyleri küçümseyen, her konuyu kendine getiren, kendi sevgisini yüce gören, kendi acısını dayanılmaz kılan insanlar hep itici ve samimiyetsiz gelmişlerdir bana. Bazı şeyleri küçük görmeden önce o şeyin insanlar için büyük anlamlar taşıyabileceğini düşünmeniz gerekiyor. Düpedüz insanları kırmak için yaşıyor bazılarınız. Düşünmeden, tartmadan, lafının nereye gideceğini bilmeden, başka bir ruhu inciteceğini aklına getirmeden düz bir şekilde yaşıyorsunuz.

            Ben bildim bileli dedemin gözlerinde sorun vardı. Sürekli damlalar katardı gözüne, bazen de ben katardım eğer yanındaysam o an. Beş yaşında falandım. Babam arabasıyla dedemi göz için Ankara’ya tedaviye götürmüştü. Ben onları heyecanla beklemiştim tabi. Çünkü gelirken bana bisiklet getirecekti. Sonra döndüler, artık büyüyor olmamın da bir nişanesi gibi duracak büyüklükte ama hâlâ korunmaya ihtiyacım olduğunu arkasındaki iki küçük tekerlekle hissettiren lila rengi bir bisiklet… Arkadaşlarımla falan oynarken arkada duran iki küçük tekerlekten daha önemli bir koruyucum beni zaten hep köşede beklerdi, o da ismini de aldığım babaannem… Bir kere hiç unutmam upuzun bir yokuştan lila bisikletimle düşmüştüm de yumurta gibi şişen alnımı görünce benimle birlikte o da ağlamaya başlamıştı. Acın acımdır dedikleri bu olsa gerek. Biri çok üzgünken, ağlıyorken, hani tutarız ya ellerini sımsıkı, aslında bu işe yarıyor mu yoksa yaramıyor mu hep tereddüt içindeyizdir aynı zamanda. Tamam; bir sihir gibi acısını içinize almıyorsunuz ya da dünyanın çok çok uzağına fırlatamıyorsunuz belki, ama garip bir şekilde o insanın dayanabilme sınırına, dayanabilme duvarına sağlam bir katkınız oluyor.

            Ben yedi yaşındayken Denizli’ye taşındık, tabi lila bisikletim de taşındı. Yıllar geçti. Dedeme koah diye bir hastalık teşhisi konuldu. Oksijen makinesi ile nefes alabiliyor onunla yaşıyordu. Korkuyordu, makinenin bozulmasından ama belki de en çok ölmekten… Ölmekten korkmuyorum diyeniniz var mı? Varsa bile yalan olduğundan adım kadar eminim. Ölmekten herkes korkar, korkmuyorum derken bile. Ölüm insanlara buz gibi gelen, kara bir delik gibi yaşıyorken bile bizi içine çeken, her an bizimle gezen ama bizim selamı vermeyi bir an bile aklımızdan geçirmediğimiz tanımsız bir kelimedir aslında. Dedem makinenin bozulduğunu azıcık bile hissetse hemen babamı arardı. Babam resmî bir yerde çalışmasına rağmen izin alır giderdi köye. Makineyi Denizli’ye getirir, medikalcıya baktırır medikalcı bir sorun olmadığını söyler ve babam tekrar köye götürürdü. Babam sanki arabayla; dedemle yaşam arasındaki o incecik yolun var oluşunu sağlıyor, yeniden yollar inşa ediyordu. Bir kere of diyerek gittiğini annem de ben de hiç duymadık. Arabamız lüks değildi, son model değildi. Baba derdim bir atanayım, bir öğretmen olayım sana en iyisinden araba alacağım. Bu yetiyor işte kızım ne gerek var, derdi. Atanamadım, şimdi de atanmış değilim. Hani atanamayanı öğretmen saymıyorsunuz ya, işte öğretmen değilim ben de! Eğer ülkece yazmamı önemli bir meziyet görüyorsanız yazıyorum işte dergilerde, gazetede falan. İleride üç beş kitabım olur belki geleceğe kalan ki zaten en çok istediğim budur hayattan.      

            Hayatımdaki en önemli sınavlara beni babam o arabayla götürdü. Liseye giriş sınavına, üniversite sınavına, üniversitede diplomamı almamı sağlayacak sınavın finaline, öğretmen olmamı sağlayacak formasyon belgesinin son sınavına, o sınava yetişemeseydik o belgeyi alamayacaktım. Sınava giderken beklediğim otobüs gelmek bilmeyince hemen babamı arardım, babam da hızır acil gibi yetiştirirdi. Annem takılırdı o günün akşamı, “hızır acilin yetiştirdi yine” diye. Öğretmen olmak için “hadi bu sefer olur belki be” diye umutsuzca girdiğimiz, Kpss denen ve neyi nasıl ölçtüğünü hiçbir zaman anlayamayacağım sınava, kısacası başım sıkıştığında her şeye her yere biz o arabayla yetiştik.

            Babam köyle Denizli arasında uzun yıllar mekik dokudu. Günde üç defa gittiğimi bilirim, der. Sonra bir gün dedem öldü. Aradan yedi ay geçti. Bir gün babaannem hastalandı. Öleceği hiç kimsenin aklında değildi. Babam apar topar arabayla Denizli’ye getirdi.  Birkaç gün hastanede yattı sonra o da öldü. Yani dedemin oksijen makinesinin dilini, babaannemin aklında olmayan ölüme gelişinin gizli hikâyesini; benim hayallerimi, kırılan umutlarımı, içimde hiç sönmeyen yazar olma hayalimi hep o araba taşıdı. Yük değildik ona şüphesiz, babama hiç yük olmadığımız gibi.

            Bizim arabamız ne küçümsenecek bir arabaydı ne de çağ dışı gibi görülecek bir araba. Sayfalarca yazsam da siz o arabayla neler yaşadığımızın zerresini bile hissedemezsiniz. Anlamı lükste, parada arayanlar için elbette son model arabalar hep iyi olacaktır. Ama biz anlamı hayatın bize yaşattırdıklarında aradık. Biz yaşamı parada değil belki size güzel gelmeyen ama bizim için değeri büyük şeylerde aradık. Hayatın anlamını içimizde bulduk da kimseye söz etmedik. Bilirsiniz insanlara güzel şeyler pek söylenmez, mahvedebilirler…

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.