Denizli
20 Nisan, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.44
  • EURO
    35.05
  • ALTIN
    2347.7
  • BIST
    9003.22
  • BTC
    69462.36$

ORMAN GÜLÜM FRİDA KAHLO

24 Haziran 2020, Çarşamba 11:48
ORMAN GÜLÜM FRİDA KAHLO

Ruhu doğuştan kırık insanlar vardır. Yaşamının sonu başından belli olan insanlar hani. Benim için Frida çokça sanat, çokça acı demek. Bir yerde doğuyorsun ve ömür boyu bu iklimde nefes alıp veriyorsun. Aslında yaşadıklarımızın çoğu coğrafi bir kaderden ibaret gibi. Frida deyince akla gelen ilk sembollerden biri kesinlikle Meksika. Bu şehrin onun üzerinde, giyim tarzından tutun da politik görüşlerine kadar çok etkisi olduğunu düşünüyorum.  Frida’nın doğum tarihinde bile Meksika’nın etkisi vardır. Çünkü o gerçek doğum tarihini Meksika Devriminin gerçekleştiği 7 Temmuz 1910 olarak kabul eder. 

Hayatı boyunca yaşadığı fiziki acılarının başlangıcı, altı yaşındayken geçirdiği çocuk felcidir. Bir ayağı topal kalan Frida’ya, bu sakatlık yüzünden arkadaşları “Tahta Bacaklı Frida” ismini takmışlardır. O günleri Frida şu sözleriyle anlatır: “Bir gerçek varsa o da bedenime acının ilk kez o gün girmiş olduğudur.” 

Frida, arkadaşlarının kendisine söylediği cümlelerle sebebiyle hayattan kendini soyutlayacak, okulunu bırakacak karakterde bir insan değildi. Onun güçlü yapısı daha çocukken gösterdiği dirençte saklı. Çünkü o kimseye aldırış bile etmeden, döneminin en iyi okullarından birisi olan “Ulusal Hazırlık Okulu”na kaydoldu. Okul, Frida’nın dünyasında bambaşka kapıların açılmasını sağladı. Karakterinin oluşmasını sağlayan önemli bir etkendi. Okul, dönemin politik ve kültürel hayatını tanıtmakla kalmadı, Meksika’nın düşünce dünyası için önemli sayılan isimlerle de ilk dostluklarını bu okulda kurdu. Onun feminist yapısını şekillendiren yerlerden birisinde yine bu okulun etkisi olduğunu düşünüyorum, çünkü Frida bu okula giren ilk kız öğrencilerden de biriydi. 

Okulla birlikte edebiyat dünyası da Frida’nın ilgisini çeker. O dönemlerde, anarşist bir edebiyat grubuna dâhil olur. İleriki yaşlarda yazdığı sözleri ve mektuplarını okuyunca edebi dile hâkim, duygularını açıkça ifade edebilen ve yaşadıklarını yazarak anlatmayı seven bir yapısının olduğunu görüyoruz. Bu nedenle günlüklerinde, Frida ile ilgili daha birçok anıya rastlamak mümkün. 

Acıdan ibaret olduğunu kanıtlayan gün, okul dönüşü yaşadığı kazadır. Bindiği otobüsün bir tramvayla çarpışması sonucu adeta acı bütün kemiklerine işlemişti. Bir demir çubuk sol kalçasından girip leğen kemiğinden çıkmıştı. Ayrıca vücudunun çeşitli yerlerinde kırıklar vardı. Ve bu acıyla karşılaştığında daha on sekiz yaşındaydı. 

Kazadan sonra elbette zor günler Frida’nın yakasını hiç bırakmadı. Ömür boyunca verdiği büyük mücadele sanki tramvay düdüğü ile başlamıştı. Vücudundaki kırıklar yüzünden aylar boyunca yataktan kalkamadı. Vücudunun büyük bir kısmı alçıda kaldı. Daha sonra alçının yerini demir korse aldı. Yatağa bağımlı olduğu dönemler onun resimle tanışmasına da vesile olan zamanlardı. Ailesi, yatarken canı sıkılmasın, resim yapsın diye ona tuval ve boya hediye etti. O günleri şu sözleriyle anlatır: “Aslında pek de önem vermeksizin resim yapmaya başladım.” İşte böyle başladığı resmin onun ruhu olduğunu nereden bilebilirdi ki?  “Düşlerimi ya da kâbuslarımı değil, kendi gerçekliğimi resmediyorum.” diyen Frida, ilk çalışmasında da yine kendi gerçekliğini resmetmişti. Kendisini görebilmek için yatağının üstüne bir ayna kurdurdu ve “Kadife Elbiseli Oto portre” çalışması da böylece vücut buldu Frida’nın tuvalinde. 

Uzun süre onlarca ameliyat geçirdi, ilaçlar kullandı. Tabi bu süre zarfında devrimci ruhundan hiç mi hiç ödün vermedi. Mücadeleyi bir an olsun bile bırakmadı. En iyi tanıdığı kişiyi, yani kendini resmediyordu. “Bildiğim tek şey şu ki, resim yapıyorum çünkü buna ihtiyacım var” sözleri resmin onun ruhunda nasıl çiçekler açtırdığıdır. Ruhunun tek ihtiyacı ona ömür boyu sâdık kalacak olan resimdi. 

 Frida bu zorlu tedavi sürecinden sonra ayağa kalktı. Bir partide tanıştığı Diego Rivera, ünü Meksika sınırlarını aşmış ünlü bir ressamdı. Frida, ondan resimlerine bakmasını istedi. Böyle başlayan resim arkadaşlığı hikâyesi zamanla aşka dönüştü. İşte bu da hayatı boyunca yaşayacağı ruhi hastalıkların en sağlam başlangıcıydı. Çünkü Diego’yu sevmeye başladıktan sonra kendi de biliyordu, adım adım ruhunun çürümeye yüz tutmuş bir güle benzediğini. Frida’ya aşkı tattıran adam aynı zamanda ona en büyük acıları da yaşatandı. Aslında bilirsiniz size en büyük mutluluğu tattıran en büyük acıları yaşatır. Bu kaçınılmaz sondan Frida da nasibini almıştır, ancak onun ödediği bedel hepimizden büyük olmuştur diye düşünüyorum. “Hayatımda iki büyük kaza geçirdim; biri Diego’ydu ve diğerinde ise bir tren az daha beni öldürüyordu. Diego kesinlikle çok daha yıkıcıydı” sözleri içimi her zaman yakan ve Frida’nın acısını içimde hissettiren sözler olmuştur. 

İyi bir ressamdı Frida hiç şüphesiz, bunun yanı sıra politika ve edebiyatta da adından sıkça söz ettiren bir isim olmuştu.  Dönemin Komünist Partisine üyeydi. O günlerde Meksika halkı eşitliğin ve toplumculuğun peşindeydi ve Frida da bu idealden geri kalmamıştı. Komünist Partiyle tanışmasını daha sonra günlüğünde şöyle açıklamıştı: “13 yaşımda komünist gençliğe katılmamın nedeni Meksika Devrimi’nin açık ve kusursuz heyecanıydı.”  Hatta bu dönemin fotoğrafını, Meksika Eğitim Bakanlığı binasına yaptığı “Meksika Halkının Siyasi Görüşü” adlı duvar resminde anlatmıştır. Bu resimde Frida Kahlo kendini, silah dağıtan bir devrimci olarak resmetmiştir. Devrimci ruhunu şöyle anlatmıştır:“Devrim iyidir. Gerçekleştiği zaman, eğer Tanrı izin verirse, asla, asla, asla açlık çekmeyeceğiz.” 

Tablolarının her biri hayatındaki bir dönemi anlatan Frida Kahlo’nun bir tablosu var ki içindeki çocuk özlemini görmemek mümkün değil. Sağlık sorunları yüzünden bir kez çocuğunu aldırmak zorunda kalmış, sonraki hamileliklerinde de sürekli düşükler yapmıştır. Bütün bu acılarını 1932 yılında resmettiği “Henry Ford Hospital” adlı eserinde resmetmiştir. Frida bir hastane odasında kanlar içinde yatmakta ve bir bebek de adeta ellerinden uçup gitmektedir.  

“The Broken Column (Kırık Sütun)” tablosu bir döngü gibi tekrar acı çekmeye başladığının resmedilişidir. Çünkü Frida otuz dört yaşında, kırılan kemiklerinin iyileşmesi için 5 ay boyunca çelik bir korse giymek zorunda kalır. Bu tabloda da çelik bir korse giyen Frida’nın nasıl muazzam bir acı içinde olduğu tüm mimiklerinden bellidir. 

Frida Kahlo, hayatı boyunca ikilemde kalmış bir ruhtur, özellikle de Diego Rivera konusunda. Ne kadar uzaklaşmak istese de uzak kalamamış, başka insanlarla birlikte olsa da Diego’nun yerine kimseyi koyamamış, ondan kopamamıştır. Ama Diego ne kadar onunsa o kadar başkalarınındı. Tek dostu yine kendisiydi ve bunu kendisi de çok iyi biliyordu. “The Two Fridas (İki Frida)” tablosunda iki kadın el ele tutuşmuş, sağdaki kadın daha geleneksel kıyafetlerle soldaki kadın ise daha Avrupai kıyafetlerle resmedilmiştir. Bu iki kadının en iyi dostları ve acılarının ortağı yine kendileridir. 

Kırk yaşına geldiğinde ise sağlık durumu iyice kötüye gitmeye başlar. Omurgasındaki sorunlar bir türlü yakasını bırakmaz. Yine aylarca hastanede yatar. Bir tablosunda resmettiği gibi Frida yine üzerine oklar saplanmış kanlar içinde yaralı bir geyiktir. 

Yurt dışında sergiler açan Frida, ülkesindeki ilk sergisini ancak ömrünün sonlarına doğru açabilmiştir. Yataktan kalkması yasaktı,  ama o sergiye gitmenin yolunu buldu. Madem sergiye kendisi gidemiyordu, o halde yatağı sergiye giderdi ve öyle de oldu. Frida o resim sergisine yatağı ile birlikte katıldı. Bu sergiden birkaç ay sonra da sağ bacağını kaybetti. 

13 Temmuz 1954 tarihinde ise feminist, komünist, devrimci, âşık ve acının simgesi Frida Kahlo, akciğer embolisi sebebiyle hayata veda etti. Onun sanatını sürrealist olarak tanımlayan insanlara karşı çıkarak kendi gerçekliği resmettiğini söyler. İşte kendi gerçekliğini resmettiği tam 55'i  oto porte olmak üzere 143 tablo bırakmıştır geriye. 

Ah Frida, benim ölümsüz Orman Gül’üm… 

 

 

 

 

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.