3ü
Denizli
30 Mart, 2024, Cumartesi
  • DOLAR
    32.15
  • EURO
    34.88
  • ALTIN
    2246.4
  • BIST
    9140.7
  • BTC
    66452.8$

Sait Faik’i Anlamak

09 Mayıs 2018, Çarşamba 16:34

Sait Faik’in öyküleri ve dünya görüşü ’’insan sevgisi’’ üzerine kurulmuştur. Çeşitli öykülerinde bize şöyle seslenir.

      Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey.(Alemdağ’ da Var Bir Yılan)

      İnsansız hiçbir şeyin güzelliği yok. Her şey onun sayesinde onunla güzel. (Kendi Kendime)

       İnsan sevgisinin yok oluşa doğru gitmesi, insanın horlanması, insanın aşağılanmasını görmesi, onun öykü yazmasının temel nedenlerinden biridir. Geçirdiği adli soruşturmalardan sonra yazı yazmayı bırakmak ister ama balıkçıların bir av dönüşü, avın paylaşılması konusunda yaşlı bir balıkçıya haksızlık ettiklerini görmesiyle, Sait Faik dayanamaz ve hemen kağıt, kaleme sarılır, yazmaya başlar.

       Sait Faik’in üzüntülerinin başlıca kaynağı sevgisizliktir. Sevgisiz, acımasız bir topluluk içinde kendini çoğu zaman yalnız bulmuştur. Bir öyküsünde şöyle seslenir bizlere:

      Evler güneşe sırtını çevirmiştir. Sokalar dardır. Esnafı gaddardır. Zengini lakayıttır. Yaldızlı karyolalarda çift yatanlar bile tek. Yalnızlık dünyayı doldurmuş.(Alemdağ’da Var Bir Yılan)

         Başka bir öyküsünde de,’’yasaklarla çevrili,  bir dünyada yaşamaktan’’yakınır.

       İnsanoğlu için ‘’yasaklı hayvandır’’diyebiliriz. Aşklar yasaktır. Gün olur sular, yemişler bile yasaktır. İnsanlar birbirine yasaktır.(Çarşıya İnemem)

       ‘’İnsanların birbirine yasak’’  olduğunu bu gerçek dünya üzerinde, kendine özgü bir gerçeküstü dünya, bir kurgu-dünyayı hayal eder ve böylece gerçek üstücülüğe ulaşır. O dünyada, doğa, hayvan içicedir: bütün kimlikler birbirine karışır.

        Ağaçlar suları yıkıyordu. Hayvanlar insanları öpüyordu. Köpekler konuşuyor, insanlar havlıyordu.(…)Kahve fincanına düşen sabah yıldızını kokluyordum. Mis gibi kahve kokuyor.(Kalinikthta)

        Su içmeğe gelen bir tavşan, bir yılan, bir karatavuk, bir keklik, Polonezköy’den şerefimize kaçıp gelmiş bir keçi ile alt alta, üst üste oynaşıyoruz.(Panco) keklikleri gagasından öpüyor. Tavşanın bıyığını çekiyor. Yılanı bileğine doluyor. Top getirmiş,  futbol topu. Ben kaleciyim. Yılanda kaleci. Yılanla ben, top kalemize girerken yana çekilip seyrediyoruz. Mızıkçılık ediyoruz…(Alemdağ’da Var Bir Yılan)

           Bu gerçeküstücü dünyada bir yaşama sevinci esmeye başlar.

           Sait Faik Abasıyanık yazı yazmaya başladığı 1930’ lu  yıllarda,  Maupassan, Çehov ve Gorki tekniğine bağlı klasik öykü tekniği kullanılmakta idi. Bunların hepsi,  belli bir konu etrafında gelişen; başı, ortası, sonu belli kurallara bağlı; genellikle sürprizli sonuçla biten öykü geleneğini sürdürüyorlardı. Gerçekçi oldukları için kendi kişiliklerini geri plana çekerek olaya karışmamak ve  nesnel olma çabasındaydılar. İşte böyle bir ortamda ortaya çıkan Sait Faik, kendi kişiliğiyle öykü kişilerini birleştiren, onlarla birlikte yaşayan,  bambaşka bir teknikle çıktı ortaya. Onun öyküleri genellikle birinci kişi ağzıyla yazılmıştır. Bu birinci kişi çoğu zaman yazarın kendisi; kimi zaman da öykü kişilerinden biridir.

       İlk öykülerinde geleneksel tekniğe biraz ayak uydursa da, sonraları klasik konu birliğini, hatta konu’ yu dahi bir yana bıraktı. İnsanlar ve çevresi,  Sait Faik’in keyfine göre özgürce ele alındı. Gerçekçi yazarlar gibi bir takım gözlemlerden yararlanıyordu ama bu gözlemlerini, gördüklerini olduğu gibi aktarmak yerine, birer ipucu olarak kullanıyor, mekan ve kişileri kendi hayal dünyasında yeniden tasarlıyor, yeniden yaratıyordu.

       Sait Faik’in öykülerinde kişilerin ve mekanın, her hangi,  bir kurala ve kalıba bağlı kalınmadan özgürce ele alınması, yazarın yaşayış biçimine bağlanabilir. Sait Faik,  varlıklı bir ailenin çocuğudur. Geçimini sağlamak için herhangi bir iş yapmadı. Kendini ‘’yazar’’ olarak görüyor, fakat yazarlığın bir meslek olduğunu çevresine bir türlü kabul ettiremiyordu. Pasaport almak için başvuru yaptığında mesleğinin ne olduğu sorulur’’ yazarım’’ der. Meslekler listesinde böyle bir zanaat olmadığı için, pasaportun sanat ve meslekler kısmına,’’sanatı ve mesleği yoktur’’ diye yazılmıştır. Bundan çok üzüntü duyar. Çevresi de onu mesleksiz ve ‘’aylak’’olarak görmüştür. Yazarlığı,  bir meslek ve uğraşı olarak tanıtmak için ömrü boyunca çabalamıştır. Bu uğur da yaşarken onun dostluk kurduğu kişiler günlük yaşam kavgasında, günlük nafakalarını, günlük ekmeklerini çıkarmaya çalışan, küçük insanlar olmuştur. O yıllarda zenginleri ve burjuva sınıfını,  tanımlamak,  için kullanılan’’ kibar zümre’’yi küçümsemiş sevmemiştir. Ölümünden önce kendisiyle yapılan son röportajda ‘’kibar zümreyi hiç dikkate almazsınız, niçin’’diye sorulduğunda.

         ‘’Kibar zümreyi hiç sevmem de ondan. Bana öyle gelir ki, onlar yaşamaktan hiç zevk almazlar. Yaşamaktan zevk alanları severim ben. Yaşamalı bu dünyada…’’diye yanıtlamıştır.

           İşte bu nedenledir ki  ‘’yaşamaktan zevk alan ‘’küçük insanları’’sevmiş, öykülerinde onları anlatmıştır: balıkçı Varbet, balıkçı Kalafat,boyacı Yani usta,Mercan usta,kestaneci Ahmet,duvarcı Barba, projektörcü vb. Bunların yanında,balıklar,köpekler,kuşlar,böcekler,otlar,çiçekler,ağaçlar, bulutlar, denizler ve rüzgarlarla, haşır neşir olan ,onların dilini anlayıp aktaran kişiye,SAİT FAİK denir.Topladığı bu  malzemelerle yeni yepyeni bir dünya kuran,  bir yaratıcı,  bir yazar, bir ozandır  o.

          Amerika da ki,  Mark Twain Derneği,  dünya edebiyatına katkılarından dolayı,  Sait Faik Abasıyanık ‘a onur ödülü vermiştir…

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.