Sinemadan Çıktığımızda
24 Temmuz 2017, Pazartesi 14:40Sinemadan çıktığımızda ‘’O’lum herkesin, mersedesi olsa ne güzel olurdu’’dedi Nuri. İlkokul dördüncü sınıfta okuyorduk ve sömestr tatilinin ikinci günüydü. O güne kadar beni eğlendiren tek insan, tek arkadaşım, dinlediğim tek insandı, hep hayal dünyasında gezer ama önemli şeyler konuşurdu.Kısa bir süre saçmaladıktan sonra çok önemli şeyler söyleyeceğini bilirdim.Ciddi değil, ama önemli şeyler….
‘’Herkesin mersedesi, olsa n’olacak ki?’’dedim. İlgisiz, önemsemez ve alaycı görünerek onu tetikledim. Benim derdim, birazda onu konuşturmaktı. Onu biraz olsun havaya sokmaktı. Birinci sınıftan beri tanırdık birbirimizi, onu kırmadan, üzmeden, çocuk güzelliğinde ki hayal kapılarını açabiliyordum. Nuri’yi neyin kızdırdığını, neyin sevindirdiğini neyin heyecanlandırdığını öğrenmiştim. Arkadaşlıkta biraz böyle bir şey değil mi zaten.
‘’herkesin mersedesi olacağından değil, o’lum’’dedi.’’çok makara olurdu’’
‘’nasıl yani’’dedim.
Annesini ,filmdeki fabrikatör eşlerine benzeterek sesin tonunu, filmlerde ki kadınların sesine ayarlar,’’bey kuaföre kadar bırakabilirmisin beni.’’diye konuşur. Ya da Fabrikatör Hilmi bey olup ‘’oğlum fabrikaya çek, arabayı‘’derdi. Ya da Zengin bir baba olur‘’hadi çocuklar binin arabaya, bu gün denize, tatile gidiyoruz’’ diye muziplikler yapardı.
Bilirdik olmazdı böyle şeyler gerçek hayatımızda, altı yıl önce köyden kente gelmiş yoksul insanların çocuklarıydık. Hem, bizim annelerimizin başı, eşarplıdır. Kuaförde neymiş.
Gülerdik…
‘’ Nuri, sen, manyaksın’’ derdim… Yine, gülerdik. Gülüyordu. Hayatımda Nuri kadar gülen birine, hiç rastlamadım. Bugün orta yaşına gelmiş biri olarak rahatlıkla, söyleyebilirim ki, o çocuk, kadar, nefessiz, küçük hıçkırıklarla, soluksuz gülebilen bir insanı hiç görmedim ömrümde.
Durmaz yine devam ederdi, kahkahalarımızın tam orta yerinde ‘’O’lum arabayı sağa çek. O’lum arabayı fabrikaya sür’katıla katıla gülerdik.
Boya sandıklarının ağırlığını, omuzlarımız hissetmez olurdu. Ayakkabı, boyuyorduk, harçlığımızı çıkartmak için, Cevdet amcanın bakkalının önündeki leğenden iki külah çekirdek alıp, tabakhane deresinin oradaki yola yöneldik.
Nuri’yle yürümesem eve on beş dakika erken varırdım ama ben bunun, farkın da değilim, henüz. Nurilerin evine yaklaştıkça biraz duruyor, yoldan geçen arabalara bakıyorduk bir mersedes görsem espriyi patlatacam ama hep yük traktörleri geçenler. Hava çabuk kararıyor, kenttin bu bölgesin de, sokak lambaları çoğu zaman arızalı nedendir, bilmiyorum. Karanlığın kıyısında, nefeslerinden, buhar soluyan, üşüyen, iki çocuk, gülüyorduk boyuna. Konumuz hep mersedes.Aşağı mersedes , yukarı mersedes…
Birden ciddileşti ‘’o’lum mersedesimiz olsa ne güzel olur’’ dedi. Onun en büyük, oyunuydu. Gülerken birden ciddileşir, muhteşem bir konu bulmuş gibi, kartal gözlerini, gözlerime dikerdi.
Bir an karşıya geçecek gibi yaptı, bende onu izleyecek gibi hareket ettim, Nuri, bir an durdu, döndü, bana baktı. Benim orada durduğuma emin olmak istedi. Yüzünde son kahkahalarımızın narin bir gölgesi vardı. O işlek yola sağına soluna bakmadan fırladığın da yük traktörünün onu altına alıp sürüklediğini gördüm. Yıllar boyunca o sahneyi gözlerimde canlandırmaya çalıştım hep. Neden bana bakarak asfalt yola fırlamıştı. Karşıdan karşıya geçmeye çalışırken, çok temkinli olmasına rağmen o akşam, elektrik lambalarının yanmadığı o akşam, neden öyle bir şey yapmıştı?
Traktör onu bir çuval gibi sürükledikten sonra biraz daha gitti. Sürücü, birine çarptığının bile farkında değildi. Traktörün farları da yanmıyordu. Gerideki araçların farları Nuri’nin ağır ağır kıpırdayan vücudunu aydınlatıyordu. Nuri, Azrailin elini tutmak ister gibi sağ kollunu havaya kaldırmıştı. Yanına vardığım zaman el tutma işinden de vazgeçti. Bakışları gülümsüyordu. Göğsü paramparça olmuştu. ‘’mersedes’’diye mırıldandı ve bakışları katılaştı. Bu onun son sözüydü.
Sırtından, sızan kan gecenin karanlığında küçük bir göl oldu…
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.